TAKIYYE VE TENAKUZ

Kâinatın var edicisi eşyayı yarattı ve ona sonsuza kadar değişmeyecek bir kanun vaz etti. Ruh taşıyan her türlü varlığın içinde bulunduğu hayvanat âlemi için de geçerliydi bu sünnet. İnsan dışındaki canlı mahlûkat, hayatta var olmak ve çevresiyle uyum içinde yaşamak için söz konusu kanunun yansımaları olan birtakım refleksler ortaya koydu. Bunlardan en önemlisi de insanda potansiyel olarak mevcut bulunmayan,yeni durum ve konumlara karşı kendiliğinden gelişen kamuflaj yeteneğiydi. Buna mukabil, en güzel surette yaratılan insana seza olan husus ise dünya/ukbâ saadetinin en önemli anahtarı olan Kur’an ve Sünnet muvacehesinde, istikamet üzere algı ve olgulara karşı net bir duruş sergilemekti.

Bu noktadan hareketle ifade edelim ki, 15 Temmuz’da yaşanan travmaya sebep olan malum güruh, öncelikle kendisinde bil kuvve mevcut olan bahse konu hassayı, selim fıtratı inkâr ederek işe başladı ve tüm önermelerini/pratiklerini bu doğrultuda inşa etti. Yaratanın insana bahşettiği en değerli armağan olan akıl nimetini hurdalığa atarak mekanik bir hale bürünen; tevili, tenkidi, tezekkür, tedebbür ve tefekkürü elinin tersiyle itip kendisi dışındaki canlılara öykünerek bütün tavır ve hareketlerinde kamufle olmayı şiar edinen bu takıyyeci anlayış, takımını kurarken ileride kendileri gibi olması muhtemel sabun kokan, beyaz tenli, gözlüklü zeki çocukları, kavruk olanlara tercih etti. Bu çocukları kendi cephesine çekebilmek için bıçkın bir taşra delikanlısının kendisine meftun olmayan genç bir bayana olan aşırı sevdası sonucu ortaya koyduğu saplantılı, patolojik ve sırnaşık tavırları sergilemekten de geri durmadı.Devam eden süreçte bu oluşum, kişinin her şeyden soyutlanarak her şeyi yapabilmesinin biricik yolunun, onun merkezî sistemini çökertmek olduğunun farkındaydı. Bu sebeple ana-baba, vatan-millet gibi merkezî yapıyı oluşturan unsurları formatlanan gencin kişiliğini ve dahi tüm varlığını kabzetmek, bu noktadan sonra çok da zor olmasa gerekti.

Baştan sona çelişkiler manzumesi olarak karşımıza çıkan ve din adına sadece kendilerinin imza yetkisi olduğuna inanan bu seçkin(!) grup, yaşamları boyunca gitmek istediği menzilin aksi yönünde seyreden bir tren içinde, varmak istediği istikamete doğru koşturan şaşkın bir yolcu taifesi gibiydi adeta. Bu bağlamda Allah ve Kitap’tan bahsetmelerine rağmen, rahmetli Prof. Dr. Mehmet Erkal’ın; “İnsanoğlu, hayatı boyunca en çok kıyas formunu kullanır.” sözü mucibince bu zevatın tavırları, bir hal insanının hadiseler karşısında takındığı tutum ve tepkilere şablonlandığında, her defasında kelimelere dökülemeyen lakin varlığı tüm veçhelerden hissedilen ince ve sistematik yanık kokuları gelirdi burunlara.

İnsanın ruh taşıdığının ve vakıayla bağlantı kurduğunun yegâne göstergesi, tıptaki EKG cihazında da görülen asimetrik yaşam çizgisidir. Söz konusu çizgi düz bir hüviyete büründüğünde, bu kimsenin “ex” (ölü) olduğuna hükmedilir. Bu itibarla insan unsurunun, her zaman aynı durumlara aynı tepkileri veremeyeceği realitesinin doğal sonucu olarak, bir kişinin sürekli ağlamasının yahut sürekli gülümsemesinin bozuk bir ruh halini ortaya koyduğu, dolayısıyla böyle bir kimsenin ölüden farksız olduğu aşikârdır. Fakat her şeye rağmen müslümana yakışan hüsnü zan hasletinden olsa gerek bu çelişkili durum,kapıların önünde ve ardında yüksek sesle deklare edilmezdi. Örneğin, Kurban bayramında kasap olmadığı halde kasaplık yapmaya kalkışıp çeşitli uzuvlarını keserek yaralanan acemi kasaplar bile eleştiri konusu olurken, asıl işi hocalık olmadığı halde din anlatmaya/öğretmeye kalkışan bir coğrafya öğretmeninin usûl ve formasyon bilgisi hiç yadırganmazdı. Aksine, dinî camianın öncesinde çok da aşina olmadığı makam ve mevkilere gelip söz sahibi olan bu beyaz beyefendilerin secde sahibi oluşları, müslim cenahı oldukça sevindirip onurlandırırdı. Ama sonradan görüldü ki, kazın ayağı hiç de öyle değilmiş...

Diğer taraftan, kötülük kavramı etrafında genel bir mülâhaza yapılacak olursa, şiddet ve zulmün fotoromanında, her zaman tağliz ve tenafür olduğu göze çarpar. Yani zulmün/zalimin dışı da içi gibidir. Bu bakımdan sözü edilen metafor, kendi içinde her yönüyle tutarlı ve senkronik bir yapı arz eder. Fakat en son yaşanan elim hadisede müşahede edildi ki bu insafsız torna,otomasyonel melek yüzlü şeytanlar üretmiştir. Zira normalde, bir sağlık kuruluşunda üç ünite kan vermişçesine ortalıklarda ruhsuz bir şekilde arzı endam eden ya da kendisine araba camının aralığından sorulması mümkün bir adrese bile adamakıllı cevap vermekte sıkıntı yaşayacak tıynetteki bu silik karakterlerin, Fetih Sûresi’ni okuyarak/okutarak halkına bomba yağdıran bir varlık haline dönüşmelerinden veya masum bir vatandaşın canına kıydıktan sonra Sünnete uygun bir şekilde yere çömelip besmele çekerek üç yudumda su içmesinden daha büyük bir paradoks olabilir mi?

Olanda hayır vardır” düsturundan hareketle, yaşadığımız bu acı tecrübenin tevhidimize katkısı olması duasıyla; şehitlerimize rahmet, gazilerimize şifa, milletimize de ziyadesiyle sabır ve mukaddesat yolunda sebat dilerim.

MURAT KALIÇ
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU
UZMAN

 

 


1760   11 Nisan 2017