Küçükken; “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna verdiği cevaplardan çok farklı bir meslek seçen din görevlisinin seren camı; ağzı dualı, gönlü zengin ana-babaların bu temiz çocuğu önce Kur’an kursuna, sonrasında imam-hatip okuluna vermesiyle başlar. Sonraki süreçtehüda-i nâbit bir kimlik arz eden, kimsenin kollarının altına alıp etkin/yetkin bir hoca olması için-icra ettiği ilahi, mevlit vb. etkinlik sebebiyle cebine koyulan harçlık dışında- motive etmediği bahse konu genci, hiçbir şey olunmadığında olunan bu mesleğe sevk eden bilinen bir amil yoktur. Yine hiç kimse, ayakkabısına muhalif bir renkte kemer takan bu genci, hoca efendi olması için dershane türünden bir kuruma sevk etmemiştir. Zira böylesi bir iş için çoktan seçmeli bir meşguliyete de gerek yoktur. Sözü edilen toy delikanlının, mezuniyet sonrası medar-ı maişet gailesiyle girdiği meslekteki ilk hissiyatı ise 17 yaşında baba olan bir kimsenin kucağına, aslında kendisinden çok da farklı olmayan çocuğunu vermeleri gibidir. Filmin devamında, dudağının en uç tarafına koyduğu sigarasını, külünü düşürmeksizin tüttüren ve çıkan dumanın oluşturduğu mistik havayla, eşyanın ardını gören bir bilge edasında kafasından müthiş(!) eserler ortaya koyan sanayi ustası gibi bizim hocamız da Allah’a yakın yerlerde,kullanım kılavuzu olmadan bu görevi ifa etmeye başladı. Finalde ise takım elbisenin rahatsız edici etkisinden uzak bir şekilde yürütülen; arıcılık, hayvancılık, ziraat vb. hobilerle zenginleştirilen söz konusu vazife, bir berberin aldığı makası tüm meslek hayatı boyunca kullandığı gibi, sınırlı meslekî yeterlikle aynı mekânda birçok onlu yıl devrilerek nihayete erer ve artık yorulan bünye dinlenmeye çekilir. Bu zaman diliminden elde kalan en belirgin edinim ise arazide de kullanılmaya uygun bir araç ve şehrin gettosundan satın alınan vasat bir evdir. Öte yandan,imam-hatip tahsilinin üstüne dört sene daha diş sıkarak okunan ilahiyat fakültesinden mezun olan hoca/öğretmen, büyük amfilerde teneffüs ettiği epistemolojik ve ontolojik havanın tesiriyle, küçük mahallesine yüz ekşiterek, bana göreli cümleler kurmaya başlar. Dini, kimya laboratuvarına sokup bileşenlerine ayıran ve nihayetinde ağaçlara bakarken ormanı göremeyen, zihnindeki fırtına arttıkça saçları da buna orantılı olarak kabaran ilahiyatçı portresinin süsünü kaçıracak en basit detay, belki de bir iftar sofrası sonrasında okunması gereken “ni’met-i celîlullâh, bereket-ihalîlullâh”lı bir yemek duasıdır. İnâdî bir sürtüşme ile sahih müktesebatı hoyratça tenkit eden böylesi bıçkın bir kimliğin hızını kesecek tahrip gücü yüksek en kuvvetli duygu ise ağızların tadını kaçıran ölüm gerçeğidir. Bu meyanda, masa başında ölüye Kur’an okunmayacağını ifade eden gerçek/tüzel kişilerin, kabir başında kişi başı birer sayfa düşecek şekilde Yâsîn Sûresi’ni okuyabileceğini / okutabileceğini söylemek muhal değildir.Sonuçta, taze ilahiyatçının fakültede diktiği elbisenin, ürününü sunduğu pazardaki muhataplarına bol geldiğini anlaması çok da zor olmayacaktır. “Gülmek, ağlamanın yarısıdır” kelamının fehvasınca,resmedilen manzara karşısında, bu eğitimi evinde soba başında alan kişilerden de genellikle dar alanda kısa paslaşmalar ve bazı formasyonel yan etkiler müşahede edilir. “Her şey zıddı ile kâimdir” kaidesinden yola çıkarak ortaya konan bu menfi tablonun karşısında, işini amatör ruhla yerine getiren/getirmeye çalışan din gönüllüsünün nazar-ı itibara alması gereken ayrıntılar, “Mükemmellik, detayda gizlidir” kabilinden, kâinat kitabı Kur’an’da meknûndur. Buna göre, peygamberî bir meslek olan ve bankadaki vezne memurundan farklı olarak, mesai mefhumu gözetmeksizin en doğru kisveyle bu vazifeyi bihakkın yerine getirecek kimsenin portföyündeki olmazsa olmaz özellikler; “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir.”(Yâsîn, 36/21) ayeti gereği, öncelikle yaptığı işin tüm unsurlarına en iyi şekilde vakıf olmak, sonrasında da muhatabından bundan dolayı hiçbir karşılık beklememektir. Bu bağlamda konu edilen bilgi, her defasında muhataba aynı unsurların arz edildiği ve son raddede onu fedai kılacak kalıp bilgi kümelerinden çok, Kur’an ve Sünnet ölçeğinde kritiğe dayanan, bununla birlikte ayakların yere sağlam bastığı, kişinin kendisine mâl ettiği regüle edilmiş bir bilgidir. Din gönüllüsü tam da bu noktada, bir doğruyu bulması ya da dört yanlışı tespit etmesi gereken bıçak sırtı bir durumda olduğunun farkında olmalıdır. Binaenaleyh,mezkûr ayette vurgulanan mefhumu destekleyen ve bir gün sonraki av öncesinde balık sürülerini yemleyen avcının durumunu yergiyle betimleyen; “İyiliği, daha fazlasını bekleyerek (bir kazanç elde etmek için) yapma!”(Müddessir, 74/6) ayeti de bu bakımdan oldukça dikkat çekicidir. Dolayısıyla, içirdiği bir tas çorbayla körpe dimağları minnet altında bırakarak, onun etinden ve sütünden faydalanmaya çalışan kasaba kurnazı karakterlerin ortaya koyduğu din hizmetinin tartışılması gerektiği hususu, zihinlerde soru işareti oluşturmayacak biçimde nettir. Diğer taraftan insanı efsunlamanın en etkili yolu, onun duygu skalasına hâkim olmaktan geçer. Zira akıl kuvvesini, öteki kuvvelerden öne geçiremeyen kişiyi gölge oyununda esas oğlan yapmak, diğerlerine nispetle daha kolaydır. Çünkü şeytan, insana hâkim olmak için öncelikle; “İnsanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin şerrinden…”(Nâs, 114/4-5) ayetleri muvacehesinde, duygunun merkez üssü göğüs bölgesindeki kalbe karargâh kurar ve oradan da en son kale olan akla yönelerek fethini gerçekleştirir. Meseleye bu açıdan yaklaşıldığında, insanın hayatiyetini kaybeden en son organının beyin oluşu da oldukça manidardır. Dine ve onun ritüellerine olan ihtiyacın, insanlık tarihi kadar eski olduğu ve kıyamete kadar süreceği, yadsınamaz bir gerçekliktir. Hal böyleyken sözü edilen ihtiyacın, yetkili servis dışında merdiven altı bir organizasyonla karşılanmasına göz yummak, dininin görevlisi herkes için en basit ifadesiyle vebaldir. “Tabiat boşluk kabul etmez” şeklinde algılara arz edilen meşhur önermenin de ifade ettiği mefhumun bir yansıması olarak, ehlinin doldurmadığı/dolduramadığı yerler karanlık adamlar tarafından kapılır. Bunun neticesinde, dinî zabıtadan köşe bucak kaçarak sunulan kaçak ve imitasyon din hizmeti, bedene ve ruha zarar verir. Din hizmeti standında dikkat çekmek için son zamanlarda biteviye ve hırslı bir çabanın sonucunda oluşan bilgi ve görüntü kirliliğinin varlığı aşikârdır. Böyle bir mecrada, tıpkı aç bir kuşun yem ambarına düştüğünde yaşadığı algı körlüğüne benzer bir ruh haline yakalanan halisane müminin, aşırı tüketim sonucu çatlamaması için elinden tutarak ona dosdoğru ve akıcı yolu gösterecek mahir rehberlere ihtiyacı vardır. Öte yandan,çeşitli etkenler sebebiyle din algısı kurtlanmaya yüz tutmuş bir müslümana gösterilmesi gereken tavır ise havası alınmayan bir çakmağa gazın doldurulamayacağı gibi, evleviyetle onun önceki yanlış öğrenmelerini formatlamak, sonrasında da o boşluğa sahih dinî bilgi fidelerini dikmektir. Dinî bilginin üretilmesi ve sunumu ile alakalı olarak sorumlu dindara düşen en önemli ödev ise hasbîliktir. Buna göre, Allah’ın rızası dışında hiçbir otoritenin olurunu düşünmeyen ve bu uğurda, terinin son damlasına kadar mücadele edip formasının hakkını veren hasbî Müslüman, kameranın ışığı sönünce de kürsüden inince de camiden/sınıftan çıkınca da aynı kimsedir. Aksi takdirde mütevatir din gönüllülüğü hafızasının, şehirler arası yolcu otobüsündeki bir koltuğun yaşadığı aidiyet travmasını yaşayacağını ifade etmek, her türlü izahtan varestedir. Sonuç itibariyle, bu sisli havada yapılan tespit ve tahlillerden sonra, hayat bilgisi mesabesindeki din göreviyle memur olan bizlere önemli ev ödevleri düşmektedir. Bu itibarla, sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) ifade ettikleri; “Amellerin Allah'a en sevimli geleni, az da olsa devamlı olanıdır.”(Buhârî, Rikâk, 18; Müslim, Salâtü’l-Müsafirîn, 218 [783]) hadisinden hareketle, çevremizdeki insanlara devamlı surette, zafiyet göstermeden, Kur’an ve sahih Sünnet çerçevesinde marifet ve tefekkürü harmanlayarak doğru bilgi ve yolu sunmalıyız. Bunun için de muhtaç olduğumuz kudretin, yukarıda dermeyan edilen hususlara yeniden iman etmekte saklı olduğu unutulmamalıdır. MURAT KALIÇ DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU UZMAN
Küçükken; “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna verdiği cevaplardan çok farklı bir meslek seçen din görevlisinin seren camı; ağzı dualı, gönlü zengin ana-babaların bu temiz çocuğu önce Kur’an kursuna, sonrasında imam-hatip okuluna vermesiyle başlar. Sonraki süreçtehüda-i nâbit bir kimlik arz eden, kimsenin kollarının altına alıp etkin/yetkin bir hoca olması için-icra ettiği ilahi, mevlit vb. etkinlik sebebiyle cebine koyulan harçlık dışında- motive etmediği bahse konu genci, hiçbir şey olunmadığında olunan bu mesleğe sevk eden bilinen bir amil yoktur. Yine hiç kimse, ayakkabısına muhalif bir renkte kemer takan bu genci, hoca efendi olması için dershane türünden bir kuruma sevk etmemiştir. Zira böylesi bir iş için çoktan seçmeli bir meşguliyete de gerek yoktur. Sözü edilen toy delikanlının, mezuniyet sonrası medar-ı maişet gailesiyle girdiği meslekteki ilk hissiyatı ise 17 yaşında baba olan bir kimsenin kucağına, aslında kendisinden çok da farklı olmayan çocuğunu vermeleri gibidir.
Filmin devamında, dudağının en uç tarafına koyduğu sigarasını, külünü düşürmeksizin tüttüren ve çıkan dumanın oluşturduğu mistik havayla, eşyanın ardını gören bir bilge edasında kafasından müthiş(!) eserler ortaya koyan sanayi ustası gibi bizim hocamız da Allah’a yakın yerlerde,kullanım kılavuzu olmadan bu görevi ifa etmeye başladı. Finalde ise takım elbisenin rahatsız edici etkisinden uzak bir şekilde yürütülen; arıcılık, hayvancılık, ziraat vb. hobilerle zenginleştirilen söz konusu vazife, bir berberin aldığı makası tüm meslek hayatı boyunca kullandığı gibi, sınırlı meslekî yeterlikle aynı mekânda birçok onlu yıl devrilerek nihayete erer ve artık yorulan bünye dinlenmeye çekilir. Bu zaman diliminden elde kalan en belirgin edinim ise arazide de kullanılmaya uygun bir araç ve şehrin gettosundan satın alınan vasat bir evdir.
Öte yandan,imam-hatip tahsilinin üstüne dört sene daha diş sıkarak okunan ilahiyat fakültesinden mezun olan hoca/öğretmen, büyük amfilerde teneffüs ettiği epistemolojik ve ontolojik havanın tesiriyle, küçük mahallesine yüz ekşiterek, bana göreli cümleler kurmaya başlar. Dini, kimya laboratuvarına sokup bileşenlerine ayıran ve nihayetinde ağaçlara bakarken ormanı göremeyen, zihnindeki fırtına arttıkça saçları da buna orantılı olarak kabaran ilahiyatçı portresinin süsünü kaçıracak en basit detay, belki de bir iftar sofrası sonrasında okunması gereken “ni’met-i celîlullâh, bereket-ihalîlullâh”lı bir yemek duasıdır. İnâdî bir sürtüşme ile sahih müktesebatı hoyratça tenkit eden böylesi bıçkın bir kimliğin hızını kesecek tahrip gücü yüksek en kuvvetli duygu ise ağızların tadını kaçıran ölüm gerçeğidir. Bu meyanda, masa başında ölüye Kur’an okunmayacağını ifade eden gerçek/tüzel kişilerin, kabir başında kişi başı birer sayfa düşecek şekilde Yâsîn Sûresi’ni okuyabileceğini / okutabileceğini söylemek muhal değildir.Sonuçta, taze ilahiyatçının fakültede diktiği elbisenin, ürününü sunduğu pazardaki muhataplarına bol geldiğini anlaması çok da zor olmayacaktır. “Gülmek, ağlamanın yarısıdır” kelamının fehvasınca,resmedilen manzara karşısında, bu eğitimi evinde soba başında alan kişilerden de genellikle dar alanda kısa paslaşmalar ve bazı formasyonel yan etkiler müşahede edilir.
“Her şey zıddı ile kâimdir” kaidesinden yola çıkarak ortaya konan bu menfi tablonun karşısında, işini amatör ruhla yerine getiren/getirmeye çalışan din gönüllüsünün nazar-ı itibara alması gereken ayrıntılar, “Mükemmellik, detayda gizlidir” kabilinden, kâinat kitabı Kur’an’da meknûndur. Buna göre, peygamberî bir meslek olan ve bankadaki vezne memurundan farklı olarak, mesai mefhumu gözetmeksizin en doğru kisveyle bu vazifeyi bihakkın yerine getirecek kimsenin portföyündeki olmazsa olmaz özellikler; “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir.”(Yâsîn, 36/21) ayeti gereği, öncelikle yaptığı işin tüm unsurlarına en iyi şekilde vakıf olmak, sonrasında da muhatabından bundan dolayı hiçbir karşılık beklememektir.
Bu bağlamda konu edilen bilgi, her defasında muhataba aynı unsurların arz edildiği ve son raddede onu fedai kılacak kalıp bilgi kümelerinden çok, Kur’an ve Sünnet ölçeğinde kritiğe dayanan, bununla birlikte ayakların yere sağlam bastığı, kişinin kendisine mâl ettiği regüle edilmiş bir bilgidir. Din gönüllüsü tam da bu noktada, bir doğruyu bulması ya da dört yanlışı tespit etmesi gereken bıçak sırtı bir durumda olduğunun farkında olmalıdır. Binaenaleyh,mezkûr ayette vurgulanan mefhumu destekleyen ve bir gün sonraki av öncesinde balık sürülerini yemleyen avcının durumunu yergiyle betimleyen; “İyiliği, daha fazlasını bekleyerek (bir kazanç elde etmek için) yapma!”(Müddessir, 74/6) ayeti de bu bakımdan oldukça dikkat çekicidir. Dolayısıyla, içirdiği bir tas çorbayla körpe dimağları minnet altında bırakarak, onun etinden ve sütünden faydalanmaya çalışan kasaba kurnazı karakterlerin ortaya koyduğu din hizmetinin tartışılması gerektiği hususu, zihinlerde soru işareti oluşturmayacak biçimde nettir.
Diğer taraftan insanı efsunlamanın en etkili yolu, onun duygu skalasına hâkim olmaktan geçer. Zira akıl kuvvesini, öteki kuvvelerden öne geçiremeyen kişiyi gölge oyununda esas oğlan yapmak, diğerlerine nispetle daha kolaydır. Çünkü şeytan, insana hâkim olmak için öncelikle; “İnsanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin şerrinden…”(Nâs, 114/4-5) ayetleri muvacehesinde, duygunun merkez üssü göğüs bölgesindeki kalbe karargâh kurar ve oradan da en son kale olan akla yönelerek fethini gerçekleştirir. Meseleye bu açıdan yaklaşıldığında, insanın hayatiyetini kaybeden en son organının beyin oluşu da oldukça manidardır.
Dine ve onun ritüellerine olan ihtiyacın, insanlık tarihi kadar eski olduğu ve kıyamete kadar süreceği, yadsınamaz bir gerçekliktir. Hal böyleyken sözü edilen ihtiyacın, yetkili servis dışında merdiven altı bir organizasyonla karşılanmasına göz yummak, dininin görevlisi herkes için en basit ifadesiyle vebaldir. “Tabiat boşluk kabul etmez” şeklinde algılara arz edilen meşhur önermenin de ifade ettiği mefhumun bir yansıması olarak, ehlinin doldurmadığı/dolduramadığı yerler karanlık adamlar tarafından kapılır. Bunun neticesinde, dinî zabıtadan köşe bucak kaçarak sunulan kaçak ve imitasyon din hizmeti, bedene ve ruha zarar verir.
Din hizmeti standında dikkat çekmek için son zamanlarda biteviye ve hırslı bir çabanın sonucunda oluşan bilgi ve görüntü kirliliğinin varlığı aşikârdır. Böyle bir mecrada, tıpkı aç bir kuşun yem ambarına düştüğünde yaşadığı algı körlüğüne benzer bir ruh haline yakalanan halisane müminin, aşırı tüketim sonucu çatlamaması için elinden tutarak ona dosdoğru ve akıcı yolu gösterecek mahir rehberlere ihtiyacı vardır. Öte yandan,çeşitli etkenler sebebiyle din algısı kurtlanmaya yüz tutmuş bir müslümana gösterilmesi gereken tavır ise havası alınmayan bir çakmağa gazın doldurulamayacağı gibi, evleviyetle onun önceki yanlış öğrenmelerini formatlamak, sonrasında da o boşluğa sahih dinî bilgi fidelerini dikmektir.
Dinî bilginin üretilmesi ve sunumu ile alakalı olarak sorumlu dindara düşen en önemli ödev ise hasbîliktir. Buna göre, Allah’ın rızası dışında hiçbir otoritenin olurunu düşünmeyen ve bu uğurda, terinin son damlasına kadar mücadele edip formasının hakkını veren hasbî Müslüman, kameranın ışığı sönünce de kürsüden inince de camiden/sınıftan çıkınca da aynı kimsedir. Aksi takdirde mütevatir din gönüllülüğü hafızasının, şehirler arası yolcu otobüsündeki bir koltuğun yaşadığı aidiyet travmasını yaşayacağını ifade etmek, her türlü izahtan varestedir.
Sonuç itibariyle, bu sisli havada yapılan tespit ve tahlillerden sonra, hayat bilgisi mesabesindeki din göreviyle memur olan bizlere önemli ev ödevleri düşmektedir. Bu itibarla, sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) ifade ettikleri; “Amellerin Allah'a en sevimli geleni, az da olsa devamlı olanıdır.”(Buhârî, Rikâk, 18; Müslim, Salâtü’l-Müsafirîn, 218 [783]) hadisinden hareketle, çevremizdeki insanlara devamlı surette, zafiyet göstermeden, Kur’an ve sahih Sünnet çerçevesinde marifet ve tefekkürü harmanlayarak doğru bilgi ve yolu sunmalıyız. Bunun için de muhtaç olduğumuz kudretin, yukarıda dermeyan edilen hususlara yeniden iman etmekte saklı olduğu unutulmamalıdır. MURAT KALIÇ DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU UZMAN